Kadim Uygarlıklar Belgeseli Netflix

kadim uygarlıklar belgeseli

Kadim Uygarlıklar Ancient Apocalypse belgeseli Netflix’te Kasım 2022’de yayına girdi. Araştırmacı Graham Hancock hazırladığı 8 bölümlük belgeselde yaklaşık 30 yıldır üzerinde çalıştığı alternatif dünya teorisini anlatıyor.

Kadim Uygarlıklar belgeselinin konusu nedir?

Kadim Uygarlıklar belgeseli, neolitik devrim dediğimiz hadise neticesinde bundan yaklaşık 12.000 yıl önce tüm ömrünü hayvan sürülerinin peşinde koşarak geçiren insanların, avcı toplayıcı atalarımızın, avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçmeleriyle nasıl olup da bir anda dünyanın pek çok yerinde rastlanan antik megalitik mimari örneklerini yaratabilecek teknik beceri, matematik ve mimari bilgisine ulaşabildikleri sorusuna odaklanıyor.

Belgeselin her bölümünde ziyaret ettiği (Hancock 2 bölümde de Türkiye’yi ziyaret ediyor: bir bölümde Göbeklitepe, diğerinde Nevşehir’deki yerlatı şehri anlatılıyor) farklı ülkelerin birbirine şaşırtıcı derecede benzeyen mitleri, ziyarete konu yapıların inşaa şekilleri, paylaştıkları ortak semboller ile ortaya bir teori koyuyor.

Bölüm özetleri:

[Bölüm1] [Bölüm2] [Bölüm3] [Bölüm4] [Bölüm5] [Bölüm6] [Bölüm7] [Bölüm8]

Kadim Uygarlıklar Belgeseli Bölüm özetleri:

Bölüm 1: Once there was a flood – bir zamanlar bir sel olmuş

kadim uygarlıklar bölüm1
-Bu bölümün konusu Endonezya/Java Adası’nda bulunan Gunung Padag, dağın başına onbinlerce her biri yaklaşık 300kg ağırlığındaki taş blok bir sebepten çıkarılıp bir yapı oluşturuluyor. Neden sorusunu sorarken bu kazı alanını pek umursamayan, hatta bunun insan yapımı değil, doğal bir yapı olduğunu savunan arkeoloji camiasına sallamayı da ihmal etmiyor.

-Sondajlarla yapının farklı katmanlarının farklı tarihlerde kullanıldığı tespit edilirken en alt katman m.ö. 22.000 yılına tarihlenmiş.

-Pekiyi milattan önce 22.000 yılında yani günümüzden 24.000 yıl önce dünya nasıldı? İlk olarak o dönemde Java bir ada değildi. Sundaland denilen ana karaya bağlı oldukça büyük bir kara parçasına dahildi. Sebebiyse devam eden buz devri sebebiyle (devasa buz kütleleri ciddi miktarda suyu hapsettiğinden) deniz seviyesinin dünya genelinde günümüzdekinden ortalama 120 metre daha düşük olması.

-Buz çağının tüm olumsuzlukları içinde Sundaland bölgesinin coğrafi konumu itibariyle, o koşullar altında bile avcı toplayıcılıktan sıyrılıp Gunung Padag ayarında bir yapıyı inşa edebilecek çapta bir medeniyetin filizlenmesine olanak verebileceğini öne sürüyor.

-Nan Madol / Pohnpei denen yerde de buna çok benzer yapıda inşa edilmiş bir yapı varmış. Yapı deniz kenarında ve su altıda dalış yaparken benzer bir yapının varlığını keşfetmiş. Buz devri sonunda suların yükselmesiyle sular altında kaldığını düşünüyor.

-Buz devrinin sonundan itibaren dünyanın kademeli ısındığını ve yaklaşık m.ö 10.000 ile 9.500 yılları arasında olan bir şeyin bir tufan a sebep olduğunu, dünya genelinde denizlerin yaklaşık 120 metre yükselmesiyle çok ciddi kara parçalarının su altında kaldığını belirtiyor.

-Tufanın izini yerel hikayeler ve mitolojide sürüyor. Birbiriyle bağlantısı olmayan coğrafyalardaki halkların her birinde farklı adlar ve temalarla hemen hemen aynı tufan hikayesinin anlatılmasının mitik bir hayal ürününden ziyade aslında yaşanan olayın bir anlatısı, bir anı, bir hatıra olabileceğini söylüyor.

Kadim Uygarlıklar Bölüm 2: Survivor in a time of chaos – kargaşa zamanı gelen kahraman

kadim uygarlıklar bölüm 2

-Bu bölümün konusu farklı kültürlerde rastlanan kargaşa zamanı ortaya çıkan ve ortamı düzene sokan kahraman miti. Bunun için Meksika / Puebla / Cholula’dayız. Cholula’da da yine önceki bölümde olduğu gibi başta doğal bir oluşum sanılan ancak sonrasında inşa edildiği anlaşılan bir yapı var: Büyük Cholula Piramidi. 400*400 metrelik taban oturumuyla bugüne kadar yapılan en büyük anıtmış. Anıtın evveliyatı ile ilgili yapılan araştırmalarda m.ö. 2000 yılına tarihlenen görece küçük ilk piramidin nesiller boyu büyütülerek son haline ulaştığı anlatılıyor.

-Antik dönemde karşılaşılan bu tip yapıların tamamı halihazırda önemli addedilen bir yerin, mağara, su kaynağı ya da kutsiyet atfedilen herhangi bir oluşumun onurlandırılması için o yerin üzerine yapılıyormuş.

-Birbiriyle herhangi bir teması olmayan pek çok uygarlıklığın neden piramit formunda devasa yapılar inşa ettiğini sorguluyor. Acaba bu uygarlıklara bu inşa tekniğini birileri mi öğretti?

-Mite göre Cholula Piramidi’ni devler inşa etti: Bir zamanlar Meksika’da devler yaşardı. Yağmur tanrısı öfkelenip devleri yok etmek için bir tufan gönderdi. Bu felaketten sadece 7 tanesi kurtulabildi. Mimar olarak bilinen dev tekrar tufan olmasından korkarak sığınabilecekleri bir yapı inşa etmeye başladı. İnşa ettiği piramidi de yağmur tanrısına adadı. Graham Hancock bu hikayenin bir mitten ziyade gerçeğin mitleştirilmiş hali olduğunu, bahsedilen devliğin fiziksel değil entelektüel büyüklüğe vurgu olduğunu düşünüyor.

-Texcotzingo: Cholula Piramidi’ne çok da uzak olmayan bir mesafede dağ tepesine, dağdan aşağı su indirmek için inşa edilmiş bir yapı. Bu bina da yağmur tanrısına adanmış. Sonrasında bir nehir yatağında da devasa -tüm amerka kıtasındaki en büyük yekpare yontma heykel- bir yağmur tanrısı heykeli bulunmuş. Tüm bu heykellerin ve yapıların bölgenin agaları Azteklerden binlerce yıl önceye tarihlenmesine dikkat çekiyor.

-Quetzalcoatl Miti: Büyük tufandan sonra, doğudan bir yabancı kürekleri olmayan ve yılanların taşıdığı söylenen bir tekneyle Meksika kıyılarına varır. Adı: Quetzalcoatl’dır (tüylü yılan). O ve havarileri yerlilere bitki yetiştirip hayvan evcilleştirmeyi öğretirler. Hukuk, mimari, astronomi ve sanat konusunda onları eğitirler. Halk da onlara tapar. Ama Meksika savaş tanrısı tarafından bozguna uğratıldıktan sonra bir gün dönme sözüyle teknesine atlayıp doğuya gider.

-Farklı kültürlerde hemen hemen aynı mitin nasıl olup da kendine yer bulduğunu sorguluyor.

-Bir tapınak duvarında bulunun kabartmalardan Quetzalcoatl’ın köken hikayesini bulduklarını düşünüyorlar: yangınlar ve devasa dalgalarla yok olmuş bir adadan gelen tanrı

Kadim Uygarlıklar Bölüm 3: Sirius Rising – Sirius yükseliyor

kadim uygarlıklar bölüm 3

-Bu bölümde Malta’yı ziyaret ediyoruz. Resmi zaman çizelgesine göre adaya ilk insanlar M.Ö. 5900 yılında tahminen sicilyadan gelen taşdevri çiftçileri olmuş.

-Malta’da onlarca tarih öncesi taş yapı var. Bunlardan en eskisi Ggantija adı verilen ve yapım yılının m.ö 3600 yılı olduğu sanılıyor. Graham Hancock tarım ve hayvancılıkla uğraşan basit çiftçilerin böylesi bir yapıyı yapamayacağını düşünüyor. Bu büyüklükte bir yapıyı inşa edebilmek için gerekli yapım tekniği, alet ve mimari bilginin arkeolojik olarak izinin sürülemediği, gelişiminin gözlenemediğinden bahsediyor.

İLGİLİ:   Çömlekçilik ve İnsanlık Tarihindeki Önemi

-Sansuna Miti: Sansuna Maltalı dişi bir dev. Adada yaşayan bir adamla ilişki yaşar ve melez bir çocukları olur. Bunu abideleştirmek için bebeği omzuna bağlı halde tek bir gün ve gecede bu tapınağı inşa eder. Yine devasa bir yapı inşa eden dev teması.

-Ada yüzeyine oyulmuş ve kilometrelerce devam eden insan yapımı oyukları inceliyoruz. Bu oyuklarla ilgili ilginçlik sahile kadar devam edip sahilden denize ve denizaltına uzanması. Deniz altında yaptıkları incelemede oyukların denizaltında da sürdüğünü görüyorlar. Sonuç: Bu kanallar buz devrinde deniz suları henüz yükselmeden önce yapılmış olmalı.

-Mnajdra tapınağı. 21 Mart ve 21 Eylül güz ve bahar ekinoks tarihlerinde gün doğrudan giriş kapısının karşısından doğup tüm iç mekanı aydınlatıyormuş. Malta’da bulunan tüm antik tapınak / yapılar incelenmiş, benzer şekilde kapılarının ekinokslara ya da en azından belirli gök cisimlerine ya da olaylarına ayarlı olup olmadığı araştırılmış. Ancak her birinin kapısının farklı yönlere baktığı görülmüş. Pekiyi bu kapılar nereye bakıyor?

-Dünyanın şekli itibariyle dönüşü sırasında yaptığı yalpalama hareketi gökyüzündeki yıldızların dünyadaki gözlemcilere göre yer değiştirmesine sebep oluyormış (presesyon hareketi). Araştırmacılar tüm bu tapınakların bir yıldızın konumuna ayarlı inşa edilmiş olabileceği varsayımıyla gökyüzü haritalarında geriye dönük incelemelerde bulunmuşlar. Ve netice itibariyle her bir kapının tarihin belli dönemlerinde sirius yıldızına denk geldiğini keşfetmişler. Ve buna göre tapınaklar içinde en eskisinin (ve aynı zamanda en küçüğünün) milattan önce 9.000 yılında inşa edildiğini düşünüyorlar (resmi tarşhe göre adaya ilk insanlar m.ö. 5900’de ayak basmışlardı halbuki).

-sirius yıldızı mısır tanrıçası isisin sembolüdür. Bu da bizi osiris ve isis mitine götürüyor: Eski zamanlarda bilge tanrı osiris göklerden mısıra iner. Kız kardeşi İsis ile hüküm sürecektir. Ama halk barbar ve yolsuzdur. Osiris onlara kültür kazandırır, hukuk kurallarını ve tarımı öğretir. Sonra’da mısırı yönetmek için İsis’i bırakır ve dünyayı gezerek diğer ulusların halklarına da bu becerileri öğretir. Yine Meksika’dakine çok benzer bir mit.

Kadim Uygarlıklar Bölüm 4: Ghosts of a drowned world – Boğulmuş bir dünyanın hayaletleri

piri reis haritası

-Bu bölümde Bahamalardayız. Bimini Adası açıklarında, denizaltında keşfedilen bimini yolunu inceliyoruz. Arkeoloji camiası bunun doğal bir yapı olduğunu düşündüğünden burayı göz ardı ediyormuş. Graham Hancock ise yakından bakmak için dalıyor ve sonarlı tarama yaptırıyor. Taşların diziliş şekli, her bir parçanın muntazamlığı bunun doğal olamayacağını düşündürüyor.

-Buradan Mevzuyu Piri Reis haritasına bağlıyor. Piri Reis 1500lerde haritasını çizerken kendinden önceki kaynaklardan beslendiğini zaten beyan etmiş. Amerika kıtasının kıyıları ve dağların, nehirlerin yerlerinin doğruluğu şaşırtıyor. Ama haritada bahamaların olması gerken yere bakınca minik takım adalar yerine oldukça büyük tek bir ada görlüyor. Bunun da Bahamaların buz devrinde deniz seviyeleri düşükkenki hali olduğunu düşünüyor. O halde Piri Reis’in kaynakları arasında bugün bulunmayan ancak Dünya’yı 15.000 önce haritalandırabilecek yetkinlikte bir medeniyetin hazırladığı haritalar olduğunu iddia ediyor.

-Bizim medeniyetimiz Antarktikayı ancak 1800lerde keşfedebildi. Ancak Piri Reis’in haritasında güney amerika kıtasının uzantısı olarak antartikanın da yer aldığını düşünüyor. Buz devrinde güney kutbundaki buz duvarının güney amerikanın güneyini de kapsayacak şekilde uzandığını ve o dönemde yaklaşık olarak tam da haritadaki gibi görünüyor olduğunu belirtiyor.

-Atlantis hikayesine değiniyor.

Kadim Uygarlıklar Bölüm 5: Legacy of the sages – Bilgelerin mirası

göbekli tepe sütun 43

-Bu bölümde Türkiye’deyiz. Konumuz: Göbeklitepe. Kadim Uygarlıklar Göbeklitepe kaçıncı bölüm sorusunun yanıtı burada. Resmi olarak kabul edilen tarihlemeyle m.ö 9600 yılına dayanan geçmişiyle Göbeklitepe bugün için dünyanın en eski megalitik yapısı konumunda.

-Göbeklitepe’de de önceki bölümde değinilen yapılarda karşılaşılan bir durum var. Yapı grubunun her parçası farklı dönemlerde yapılmış. Yeraltında yapılan incelemelerde benzer onlarca yapı ve sütunun kazılmayı beklediği tespit edilmiş.

-Bir başka kazı alanı olan Karahan Tepe’deki bulgular inceleniyor. Graham Hancock avcı toplayıcıların kendi başlarına bunları yapamayacağı tezini yineliyor. Bir noktada bu insanlara bir teknoloji transferi olmuş.

-Mezopotamya miti: Zamanın başlangıcında tanrılar insanları toprakların ve hayvanların muhafızları olarak yarattı. Ama ilk insanlar bu işi yapamayacak kadar tembel ve kural tanımazdı. Sayıları da durmadan arttı. Tanrılar da büyük bir tufan gönderdi, geçmişe sünger çekmek ve insanlığı yeni baştan başlatmak istediler. Aynı zamanda apkallu adındaki 7 bilgeyi gönderdiler. Geleneklere göre, hayatta kalanarı bilgilendirmek üzere gelen sakallı ve cübbeli bilgelerdi. Liderleri denizden geldiği söylenen, yarı balık yarı insan olarak tasvir edilen Oannes’ti. İnsanların arasına karışarak onlara tarımı, mimariyi ve yıldızların ilmini öğretti. Felaketten sonra piyasaya çıkan kahtaman teması yine karşımıza çıkıyor.

-Göbekli Tepe’nin meşhur T şekilli sütunlarının doğrultusunu araştırdıklarında onların da Sirius’un konumuna göre ayarlandığını farketmişler.

-Akbaba taşı denen 43. sütun üzerindeki hayvan kabartmalarının muhtemelen bir gökyüzü haritası, göğün spesifik bir tarihteki durumu olduğunu iddia ediyor. Araştırmaya göre de bu tarih m.ö 10.900 – 10.800 yılı aralığı. Bu tarih aralığının önemi ise o dönemde çok önemli iklim olaylarının yaşandığının bilinmesi.

-Göbeklitepe’yi diğer yapılardan ayıran özelliği belli bir tarihte bilinçli olarak gömülerek saklanması. Bu sebeple bu kadar iyi korunmuş. Hancock bu sebeple Göbekli Tepe’ye biz zaman kapsülü olarak yaklaşılması gerektiğini düşünüyor. Amacı bize o günkü insanlardan bir mesaj vermek.

Kadim Uygarlıklar Bölüm 6: America’s lost civilization – Amerika’nın kayıp uygarlığı

serpent mound

-Bu bölümde ABD’deyiz. Kuzey Amerika’daki insan varlığının tarihi üzerinde durulacak. Poverty Point denen yerdeki höyükleri inceliyoruz. Burada da yapılar yaz ve kış dönümlerinde güneşi takip edebilmek için belli doğrultularda inşa edilmişler.

-Serpent Mound ya da Yılan Höyük. Bir tepeye işlenmiş 400 metre uzunluğundaki yılan formunu inceliyoruz. Yılanın her büklümü farklı bir astronomik olaya hizalanmış. Kafası yaz gün dönümünü yaklaşık 2 derecelik bir sapmayla gösteriyor. İlgili sapmanın dünyanın eksen eğikliğinden kaynaklanan salınım hareketine bağlayan Graham Hancock, inşa edildiğinde yaz gün dönümünü doğru gösteriyor idiyse bunun 12800 yıl önce inşa edilmiş olması gerektiği sonucuna ulaşıyor.

İLGİLİ:   Roma İklim Optimumu: İklimin Dünya Tarihi Üzerindeki Etkileri

-Yılanla ilgili amerikan yerlilerinin bir miti: uzun zaman önce, büyük bir yılan göl kenarındaki bir köye musallat olmuş. O yüzden gökyüzündeki yüce ruh onu yenmek üzere bir kahraman göndermiş. Şiddetli geçen savaşta yılanın üstüne pek çok yıldırım düşmüş. Bunun sesi dünyayı titretmiş ve ışığı o kadar parlakmış ki insanlar gözlerini ve kulaklarını kapatıp korku içinde saklanmışlar. Takım yıldızlar gece göğündeki yerlerinden çıkıp şiddetli bir patlama ve yakıcı bir sıcakla yeryüzüne düşmüşler. Yıldızlardan biri göle düşüp boynuzlu yılanı yaralamış. Büyük yılan acı içinde kuyruğunu sallarken 30 metrelik dalgalar oluşturmuş ve bir dizi devasa tufan vadileri yarıp geçmiş. Kabilenin çoğu sağ kurtulamamış ama yılan böylece uzaklaştırılmış. 

Bölüm 7: Fatal Winter – Ölümcül bir kış

kadim uygarlıklar

-Bu bölümde tekrar Türkiye’deyiz. Bu kez Kapadokya / Derinkuyu’daki yeraltı şehrini inceliyoruz. 4 km2 lik bir alanda yaklaşık 20.000 kişinin yaşayacağı şekilde basit el baltalarıyla oyulmuş olan Derinkuyu’nun yapım yılı belirsiz ve yeterli materyal olmadığından da hesaplanamıyor.

-Kapadokya çevresinde bunun gibi 200e yakın yer altı şehri olduğundan bahsediyor ve bu şehirlerin tünellerle birbirine bağlı olabileceğini söylüyor.

-Zerdüştlere ait bir mit: Bir gün Yima adındaki bir adam nehir kenarındayken, yüce tanrı ahura mazda onu bir felaketle ilgili uyarmaya gelir. Tufan değil, ölümcül bir kış felaketi. Yimaya vara adında bir yer altı sığınağı inşa etmesini söyler. Buraya erkekleri, kadınları ve her türden iki hayvanı getirmesini söyler. Yima her ağacın ve meyvenin tohumunu saklayarak öldürücü kış geçene kadar bitmeyecek bir stok oluşturmalıdır. Ayrıca kutsal metinlere göre ölümcül kışın başlangıcını gökyüzündeki bir yılan haber verir. 

Bölüm 8: Cataclysm and rebirth – Afet ve yeniden doğuş

kadim uygarlıklar bölüm 8

-Bu bölümde tekrar ABD’deyiz. Channeled Scablands denen yerde büyük tufanın jeolojik izini süreceğiz. Yerşekilllerinden jeologlar da burada küresel bir felaket yaşandığını kabul ediyorlar. Buz devri döneminde bölgenin hemen kuzeyindeki buz duvarının kırıldığı ve biriken suyun bir anda boşalarak devasa bir sele sebep olduğu anladılıyor.

-Murray Springs denen yerde de yer katmanları inceleniyor ve siyah yığın -soy tükenme katmanı da deniyor- olarak adlandırılan katman anlatılıyor. Daha önce dinozorları yok eden göktaşı çarpması dönemine ait olarak da benzer bir katmana rastlanmış. Karbon incelemesiyle 12800 yıl öncesine tarihlenmiş. Yapılan incelemede bu siyah katman içinde yüksek sıcaklık kaynaklı erimiş cam parçaları, platin ve irridyum bulunmuş. Platin ve irridyum dünyada rastlanan şeyler değil ve buna ancak kozmik bir çarpışmanın sebep olabileceğini düşünüyorlar.

-Murray Springs’deki siyah katmanın benzeri dünyanın pek çok yerinde de rastlanmış. Graham Hancock’un teorisine göre bir değil, pek çok çarpışma olmuş: atmosfere giren bir kuyruklu yıldız parçalanarak dünyanın farklı noktalarına çarpmış ya da dünya bir kozmik fırtınaya maruz kalmış olabilir.

-Taurid Meteor Yağmuru’nun çarpışmanın kaynağı olduğunu düşünüyor. Göbekli Tepe’de sütunlara işlenen figürlerin bu olayı anlattığı, ve yinelenebileceği için bir uyarı niteliği taşıdığı anlatılıyor.

Grahamn Hancock’un savunduğu teori:

-Graham Hancock belgeselde olayları şöyle bir özet geçiyor: Dünya çapındaki tüm alanlarda, son buzul çağına dayanan kayıp bir uygarlığın izlerine rastladığımızı düşünüyorum. Pekiyi bu gelişmiş uygarlığa ne oldu? Antik kültürlerin başlangıç mitlerinde ipuçları olabilir. Çünkü pek çoğu temelde aynı hikayeyi anlatıyor.

Bu efsanelere göre, bir zamanlar insanlık dünyayı daha gelişmiş bir toplumla paylaşıyordu. Bunlar atlantisliler, devler ya da yeryüzündeki tanrılar olarak adlandırılabilir. Ama korkunç bir küresel felaket, büyük bir tufan yaşandı ve dünyada çoğalmak için birkaç seçilmiş kişi hayatta kaldı. Diğer sağ kalanlar da bu kişileri ziyaret etti. Bu kişiler genelde deniz yoluyla gelen gizemli ve bilge kişilerdi. İnsanlığın ve günümüzdeki uygarlığın yeniden doğması için temeli oluşturmaya yardımcı oldular.

Artık bilimsel olarak bu tür bir dizi felaketin yaklaşık 12800 yıl önce son buzul çağının bitiminde yaşandığı kanıtlandı. Jeologlar bu çağa erken dryas devri diyor. Bu devirden sonra, atalarımız bir anda çiftçiliğe ve hayvancılığa başladılar. Toplumlar kurdular. Genellikle yıldızlara hizalanmış büyük megalitik yapılar inşa ettiler. 

özetlersek:

Graham Hancock’un alternatif dünya tarihi teorisi, tarih öncesi çağlarda kayıp bir gelişmiş medeniyetin var olduğuna dayanıyor. Bu medeniyetin, yaklaşık 12.000 yıl önce buzul çağının sona ermesiyle meydana gelen büyük bir felaket (örneğin, devasa bir kuyruklu yıldız çarpması) nedeniyle yok olduğu ileri sürülür. Bu felaketten kurtulanlar, medeniyetlerini yeniden kuramasa da bilgilerini daha sonraki medeniyetlere aktarmıştır. Bu nedenle, Mısır piramitleri, Stonehenge, Teotihuacan ve Göbeklitepe gibi yapıların, bu kayıp medeniyetten ilham aldığı savunulur.

Ana Unsurlar:

  1. Antik Haritalar: Hancock, Piri Reis haritası gibi kaynakların, bu kayıp medeniyetin coğrafi bilgi birikimini ortaya koyduğunu savunur. Özellikle, Antarktika’nın buzsuz bir dönemine dair bilgileri içerdiklerini iddia eder.
  2. Mitoloji ve Felaketler: Dünyanın dört bir yanındaki tufan mitolojilerinin, bu felaketlerin hatırasını taşıdığını öne sürer. Örneğin, Nuh’un Gemisi hikayesinin veya Maya mitolojisindeki felaket anlatılarının bu eski medeniyetin yıkımına dair izler barındırdığına inanır.
  3. Göbeklitepe ve Mısır Piramitleri: Hancock, bu yapıların bilinenden çok daha eski olabileceğini ve bunların yüksek bir bilgi birikimini gerektirdiğini savunur. Göbeklitepe’nin, insanlık tarihinin “tarım öncesi” bir döneminde yapıldığını ve bu nedenle geleneksel arkeolojik teorilerle çeliştiğini iddia eder.
  4. Kuyruklu Yıldız Çarpması Teorisi: Magicians of the Gods kitabında, Younger Dryas döneminde (yaklaşık 12.800 yıl önce) bir kuyruklu yıldız çarpmasının ani bir iklim değişikliğine ve bu kayıp medeniyetin çöküşüne neden olduğunu tartışır.
Total
0
Shares
Previous Post
hayvan hükümranlığı

Hayvan Hükümranlığı

Next Post

Riget Exodus

Total
0
Share